Bu seneki yıllık izinimizde de memleketimiz İzmir'e doğru yola çıktık. Malum hemen hemen 2 hafta İzmir'de olacağız, atlayayım arabaya gidelim dedik. Her zamanki gibi "En geç sabah 6'da yola çıkarım abi" diyip, fosur fosur uyuyarak, 10.30 civarı yola çıktık. Tarihler, 3 tarafı denizle çevrili olan, ancak denizi sevmeyen ve "yok" seviyesinde deniz taşımacılığı yapan gelişmemiş ülkemin, Kabotaj Bayramı'nı kutladığı 1 Temmuz'u göstermekteydi. Kabotaj Bayramı'nda, sıradan bir hafta içi günü arabalı feribot/vapur (ya da her ne sikimse) için güneşin altında 45 dakika bekledik. Beklerken bol bol sövdüğümüz için artık buraya yansıtmayacağım küfürlerimi...
Eskihisar - Topçular feribotumuza yerleştikten bir süre sonra sadece kadınlar tuvaletenin çalıştığını farkettim. Kadınlar tuvaletinin önünde kadınlardan oluşan uzun kuyruk ve bu kuyruğun etrafında homurdanarak erkekler tuvaletini arayan erkekler, kıyametin ilk alametleri mi diye düşünüyordum. Zira yolculuğun daha ilk dakikalarında erkekler tuvaletinin çalışmadığını keşfeden şahsım, "siktir et zaten çok acil bir durum yok, yolda dururuz bir yerde" şeklinde söylenip, sote köşesinde sigarasını yakmaktaydı. İşemek zorunda olduğu yüzünden belli olan erkek güruh tekneyi turladıkça, bu işin sonunun pantalonları indirip, feribottan sallandırmak sureti ile denize işemek olacağını seziyordum. Neyseki daha iyimser bir son olarak; erkekler kadınlar tuvaletini ele geçirdi. Bir kaç dakikalığına da olsa aynı tuvalet sırasında hem kadın ve hem erkekleri görünce, muhafazakar ülkemde feribotta "unisex tuvalet" açılımı mı hedefleniyor diye düşündüm...
Susurluk'da avuç içi kadar kaşarlı tostun fiyatının 4,5 TL'ye yükselmesi dışında enteresan bir şey görmedim yolculuğun geri kalanında... Sanırım peyniri oluşturan sütün elde edildiği inek, senede sadece bir kez sağılıyor...
Velhasıl akşamüstü İzmir'e vardım. Biz İstanbul'da seneleri tükettikçe, İzmir'de dinamikler değişiyor. Aile yeni eve taşınmış, arabayla takip ettik pederi yeni eve kadar... Dile kolay, Göztepe'de büyüdük, defalarca Gürsel Aksel'in önünden geçip Güzelyalı Park'ına yürüdük. Berberini, kahvecisini, kasabını, bakkalını tanıdık. Semt kültürünün oluşturduğu bağ ile omuz omuz tribünleri inlettik, Göztepe diyerek. Çocukluğumuz, gençliğimiz ve gençliğe veda yıllarımız böyle geçti... O kadar çok yaşanmışlık var ki, Göztepe semtine veda etmenin hüznünü anlatmak gerçekten çok zor. Ağlamıyorum lan, sigaranın dumanı kaçtı işte gözüme, aynen öyle...
Neyse İzmir üstüne 22 yaşına kadar ortalama 3 ayımızda "idle" takıldığımız Çeşme'ye geçtik. Yahu gel de iş hayatına küfür etme arkadaş! Sen her yaz Çeşme'de boş-beleş takılan adamdın, şimdi Lidyalı yavşakların icadı para hırsı nedeniyle ömür tüket işyerinde yazın sıcağında... Spekülatif medyanın abartması Çeşme Köyü, bu sene geçen senekinden bile daha cansız, üstelik "sezon" diye tabir edilen döneminde... Yeni yapılan yol/çevre düzenlemesi ve lüks çarşı kafasındaki kimsenin tutmadığı boş dükkanları ile Ilıca hayalet bir semt olmuş. Biz eskiden sabah ezanı okunurken yengen yiyebilmek için sıra beklerik, şimdi in-cin top oynuyor, hey gidi hey... Keza Alaçatı'da Ilıca kadar boş olmasa da tenha diyebileceğimiz düzeydeydi... Cumartesi gecesi yine biraz kalabalıklaştı ortamlar ama medyanın abarttığı kadar bir numara yok.
Ertuğrul Özkök misali Çeşme incelememin ilk bölümünü tamamlamış bulunuyorum, sonraki günler analizlerim derinleştikçe eklemeler yapacağım. Aysel Gürel'in ölmeden önceki son eseri Tarkan'ın Sevdanın Son Vuruşu tartışmasız bu yazın şarkısı olmuş hemen her yerde duyuluyor, elit Alaçatı mekanlarında ise Feridun Düzağaç'ın Hayat Neden Şekil Yapıyor? şarkısı zirvelerde, bir de halen gidemediğim Çeşme Marina kime sorsam farklı kafalardaymış, uğranması gerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder