8 Mart 2010

Başlangıç!

İnsanların çoğu yazmaz, çoğu ise özgür yazdığı ilk yazıyı hatırlamaz. Ben hatırlıyorum... '96 senesinde ilkokul biterken yazmıştım.

"Özgür Yazmak"'dan kastım, kalıplara bağlı Türk eğitim sisteminin özlü sözleri, atasözleri ya da "yazın ne yaptın" temalı birbirinden ilginç kompozisyon konuları değil elbette. Özgür yazdığım ilk yazı, bir arkadaşımı anlattığım andaç/yıllık yazısıydı. Elinde hiçbir şey olmadan boş bir sayfayı doldurmanın zorluğunu ilk kez o zaman anlamıştım.

Hiç unutmuyorum ilkokul öğretmenimin "ilk" yazımı okuduğundaki yüz ifadesini, yüzünü buruşturup hiç beğenmeğişini ve eline kalemi alıp, yazımın neredeyse tamamını değiştirişini. O zaman susmuştum, garipsemiştim, neden ve neyi beğenmedi diye sormuştum kendime. O zaman diyememiştim Mevlâna gibi, "anlatabildiklerin, karşındakinin anladığı kadardır" diye ama kızmıştım. Kızmamın nedeni, yazıyı beğenmemesi ya da değiştirmesi değildi, nedenini söylemeyişi, hakkında bir yorum bile yapmaya değer görmemesiydi. İnsanın beğenmediğini değiştirme ve yoketme isteğini bugün anlayabiliyorum.

Sonraları yazmaya devam ettim. Sorunlu dünyamı anlatmak çok da zor olmadı. Niceliğini ölçmedim hiçbir zaman ama en azından sevdiğim birine yazdığım şiiri okuduğumda, gözlerinin dolmasını ve tüm gücüyle bana sarılmasını gördüm. Çok güzel demedim hiçbir zaman ama, en azından yazdığım bir hikayeyi okuduğumda, bir sürü insanın kahkalar atarak güldüğünü gördüm. Belki Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele'nin başında yaptığı gibi laf sokamadım, belki Marlon Brando'nun okuldan atılma manyağı olup, sinemada bıraktığı gibi bir iz bırakamadım ama bu alakasız ve uçuk örnekler gibi, hiç bilmesen de ben yazabiliyorum öğretmenim. Biliyorum bugün yazdıklarımı okusan yine beğenmeyeceksin, yine anlayamayacaksın anlattıklarımı...

Ben eskiden iyi bir okur-yazardım. Çok okurdum, çok yazardım. İnsanoğlunun kısıtlamaları nedeniyle, azalan vaktim eskisi kadar okumama izin vermiyordu. TV, internet vb. görsel ortamlar, okumaktan daha çekici geliyordu ki uyandım bu rüyadan, tekrar okumaya başladım. Yine de eskisi kadar okuyamıyorum derken "vaktim yok" bahanesinin arkasına saklanıyorum. Yazmak ise okumaktan çok daha zor, hani başta dediğim gibi "boş bir sayfayı doldurmanın zorluğu".

Geçenlerde değerli dostum, prodüktör Ercan ile konuşuyoruz, aynı bahanenin arkasına sığındım, "yazmak için vaktim yok" dedim. Ercan hafif kızarak, "Dostum, bana herşeye vaktim yok diyebilirsin, ama yazmaya vaktim yok deme" dedi. Hiçbir şey yapmaya vaktim yok gerçekten, yazmak hariç... Teşekkürler dostum.

Kafamdaki dünyayı, karmaşık duygularım ve çelişkilerimi, saçma sapan düşüncelerimi, rastlantılarımı anlatmak için yazıyorum...

2 yorum:

Unknown dedi ki...

hayırlı olsun kardeşim. sevindim senin adına ve inşallah bundan sonra öğretmenine inat yazmaya başladığın bu yazılara örneğini verdiğin mevlana celaleddin rumi(r.a.)nın yaptığı gibi insanları bilgilendirmek, düşündürmek, aşka sevktmek, karanlıkları aydınlığa çıkarmak adına yazdığı eseri "mesnevi"si gibi inanılmaz, akıl almaz boyutlara ulaştırırsın. Tekrar çok sevindiğimi belirtmek isterim. KSKLUKA.

Curly Fonts dedi ki...

sen her zamanki gibi birtanesin dostum...Öske!