Harçlıktan zar zor artırıp gittiğimiz atari salonları vardı eskinden. Simsiyah camlarından dolayı içeriyi göremediğimiz, kalabalık, havasız, yoğun sigara dumanlı; neşelendiğimiz ama üzerimizde hep bir tedirginliğin olduğu mekanlardı. Kitlesinin büyük kısmını semtin çocuk ve gençlerinin oluştuduğu ancak arada kelli felli amcalarında olduğu, ailelerin 18 yaşaltı kumarhane ve suç yuvası olarak gördüğü -ki hoş mekanlar değildi gerçekten- çocuklarının gitmesini istemediği, ataerkil ticarethanelerdi. Birkaç neslin, "Geçiyim mi abi", "olm bir jeton versene, ben sana sonra vericem", "hadi oğlum çabuk yetiş ölüyorum" ve "adyuuuket" geyiklerini hatıralarında tutmasını sağlayan, aslında kelimenin tam anlamı ile izbe ama fantastik yerlerdi atari salonları...
Commodore 64 zamanları bildiğin bugünün müzik kasetlerine oyun çekerdik, kasedi bilgisayara yerleştirmek için kolları sıvar, elimize tornavidayı alır "kafa ayarı" yapardık. Amiga vardı, Super Frog'da bir kurbağa ile maceradan maceraya koşardık, sevimliydi, severdik keratayı. Crazy Football (Brutal Sports Football) vardı, bir yandan rakibi tüfekle, bombayla öldürüp, bir yandan da gol atmaya çalışırdık. 1994-95 suları, Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanıyordum. Bora diye bir arkadaşla Alsancak'da özel dersten çıkıp, babasının Çankaya'daki ofisine gitmiştik. 486'larda ağ üzerinden Doom 2 oynamıştık. Keşke hiç bitmese diyordum içimden, çok iyi hatırlıyorum.
Mahallenin bilgisayarcısına gidip, katalog misali defterlerden saatlerce oyun beğenirdik. 5 disketlik oyunun minimum 2 disketi bozuk çıkardı, küfrede küfrede tekrar giderdik bilgisayarcıya... siyah dos ekranı vardı komut yazdığımız ve arj. diye bir sıkıştırma formatı. Pentium ve CD kavramı ile tanışmam 1996 yılıydı sanırım, FIFA'96 oynardık deliler gibi, orta sahadan gol atarken, hayranlıkla "yok böyle bir oyun!" diye bağırırdık. Tabi disketler yerini CD'lere bırakırken, katalogların yerini de raflar alıyordu. Söyleyince biraz komik oluyor ama çok geçmeyecek, devletimiz korsan oyun cd'lerinin üzerine bandrol yapıştırıp, vergi almaya başlayacaktı.
Sonraki süreç çok hızlı gelişti... Rant büyüdü, oyunlar donanım piyasasına yön vermeye başladı. Atari salonları, memleketteki yaygın olmayan internet hizmeti ve düşük internet hızının etkisi ile internet kafelere dönüştü. İlk kez genç güruh internet kafelerde çoklu oyunculuğa adım attı. İnternet hızlandı (neyse...) internet kafeler battı. Modern konsol makinaları her eve girecek duruma geldi. Bugün yüzlerce kişilik ekipler milyonlarca dolarlık projeler üzerine çalışıyor, Grand Theft Auto ve Call of Duty gibi oyunlar yarım milyar dolarlık hasılat elde ediyor. İnanılmaz grafikler, sürükleyicilik, kabul ediyorum bunları... Ama zamanında o atari salonundakilerin hissedebileceği bir ruh eksikliği yok mu? Bir yapaylık yok mu, herşey sanki olması gerektiği gibi değil mi, kapitalizm yine başrolde değil mi be abi? Gelişmiş teknoloji ayaklarımın altında dururken, hala dostum Erdinç'in ofiste ataride Street Fighter oynamasına özeniyorsam, bir sıkıntı var!
Geçen 15 senenin kendi bakış açımdan kısa bir özetini yapmak istedim. Bu çok hızlı değişimi, sadece birkaç neslin hatırlayacağı günleri anlatmak istedim. Sanırım teknolojinin bu gelişimi, yaşlanıyoruz kafasının doruklara çıkaran en büyük etken.
1 yorum:
Abi atari salonu kafasında olmadım hiçbir zaman, ama home computer'dan aldığım zevki de başka hiçbir şeyden almadım.
İnsan daha hızlı yaşlanmıyor önceki nesle göre ama yaşlandığını daha çok hissediyor ve anlıyor; o yüzden hep ebeveynlerimize anlaşılmaz gelen bi mutsuzluk içindeyiz.
Ne zor bizim işimiz yahu!
Yorum Gönder