18 Temmuz 2010

Bornova Bornova!

Modern dünyanın rant kaygısı, beni en çok sanata el attığı zaman üzüyor. Endüstriyel sinemaya bok atmaya kasmayacağım, eldeki imkanlarla sadece saatlerce konuşup, kahve muhabbetinden öteye gidemeyiz. Gösterime girdiği salon/seans sayısı yok denecek kadar az olduğundan, Bornova Bornova'yı elbette sinemada izleme şansı bulamadım. Uzun bekleyişim dün son buldu ve bir kez daha dedim ki aslında Türk sineması iyi işler yapıyor, çok daha iyi işler yapabilir ama kitlede ve zihniyette büyük sıkıntılar var.

Benim 7 senem Bornova Anadolu Lisesi'nde ve dolayısıyla Bornova semtinin alt kültürü içerisinde geçti. Bornova'nın çeşitli okullarından farklı profildeki öğrencilerinin doldurduğu kahvelerinde iskambil kağıtları ve okey ıstakaları, parklarında bira/şarap şişeleri önümdeydi. Öğrenci mekanlarında sınırsız ekmek ve su ile 3 çeşit yemek yerken, hemen ileride toplanmış erkek güruhun "kız meselesi"'nden kavgaları ilişirdi gözüme... İnan Temelkuran da bir Bornova Anadolu Lisesi mezunu, Bornova semt kültürünü anlattığı filmindeki "Anadolu Liseli Piç" belki de...

Her zaman derim, dışarıdan bir şekilde etiketlenen İzmir, aslında içerisini bilseniz, öyle Batılı/Avrupai yaşam tarzında, kafası müthiş açık, "Gavur İzmir" misali bir şehir değildir. Hatta ve hatta çok güçlü bir tutuculuğu ve gelenekselciliği vardır. Bu nedenden olsa gerek, Bornova Bornova'da anlatılanlar, küçük mekansal farklılıklarla, memleketin herhangi bir şehrinin herhangi bir semtini de temsil ediyor.


Bir darbenin oluşturduğu bir sistem ve bu sistemin yarattığı nesil. Kendini güvenmeyen, neyi neden yaptığını bilmeyen, geleceğinden endişeli, bir şekilde sığınacak bir yer arayan insanlar. Hayatın her alanında halen devam ediyor tek tip, düşünmeyen insan yetiştirmek, etmiyor mu? Bana 12 yıl resim çiz dediler, hiç bir zaman yeteneğim olmadı, yalandan çizdim, anneme çizdirdim, bugün bir resme baksam sanatsal değeri açısından tek bir yorum dahi yapamam. Bana en azından 10 yıl flüt çaldırdılar, hiç bir zaman yeteneğim olmadı, yalandan çaldım, bugün memleketteki kalitesiz müziği geliştirmek için tek bir şey dahi yapamam. Bana dediler ki; sen sana hizmet etmek ile görevli insanlara sadece "arz edebilirsin", onlar senden "rica edebilir", bugün hiç bir devlet dairesinde işim görülmez korkusu ile hakkımı arayamam. Sen - ben değil miyiz bunlar?

İnan Temelkuran, çok basit bir konuyu oldukça sade bir şekilde ve birebir hayatın içindeki konuşmalar ile anlatmış. Evet Zeki Demirkubuz'un sıradan insanlarının hayatları  gibi ve evet Reha Erdem'in Kaç Para Kaç'ındaki vapur sahnesi misali her gün her yerde duyduğumuz sıradan konuşmaları gibi... Bir duvarın üzerinde ve bir apartman kapısının önünde, kimi zaman güldüğümüz absürd hikayeler, bir anlık şok etkisi yaratan üzerinde düşünülmüş tespitler, küfür ettiğimiz/tebessüm ettiğimiz insan profilleri ve hepsinin ana kurguda bir şekilde yer bulması; tek bir kelime boş konuşmadan, konuşma üzerine bir film çekebilmek, gerçekten çok büyük bir iş. Bu arada bilemiyorum ama acaba ikili konuşmalarla sıkça karşılaştığımızdan mı, "Bornova Bornova" şeklinde bir ikileme yapılmış?

Düz adam yorumlarıma geçersem, çok büyük paralar ve çok büyük oyuncular olmadan da, iyi film ve iyi oyunculuk olabildiğini rahatça görüyoruz. Altay, Göztepe ve Karşıyaka'sı ile İzmir semt kültürünün en önemli olgularından biri olan futbolun, filmde de unutulmaması yüzümüzde bir tebessüm oluşturuyor. (Her ne kadar İzmir şivesinin kullanımı biraz abartılı bulsam da çok fazla eleştirmiyorum.) İnan Temelkuran'ın "Made in Europe"'da da birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Enrique Santiago Silguero'da iyi iş çıkarmış.

Son dönem Türk sineması, genç yönetmenleri ile gururumuzu okşuyor. Umarım son dönem Türk sinemaseveri de tam anlamı ile bunun farkına varacak. Belki modern ve kaliteli Türk filmlerini sinemada bile izleyebileceğiz bir gün...

 Son olarak;
-  Zaten bu esrardan, haptan ne anlıyonuz hiç bilmiyom
*  Boşver, yani, işte... Ne dedikleri kadar güzel, ne dedikleri kadar sakat...

Hiç yorum yok: