27 Mart 2010

Tutkulu Tecavüz!

Önceden The Hurt Locker'ın bırakın en iyi film dalında Oscar almasını, iyi bir film bile olmadığına değinmiştim. Aslında "Akademi" yıllardır birkaç istisna dışında abuk subuk filmlere veriyor bu ödülü. Geçenlerde dostlarımla sinema üzerine konuşurken, The Departed'dan konu açıldı. Başyapıt olarak nitelendirilen ve en iyi film dalında Oscar'ı kucaklayan The Departed'ın, gerçek başyapıt Mou gaan dou'nun neredeyse birebir kopyası olduğunu kaç kişi biliyor? En iyi yabancı dilde film kategorisinde aday bile olamayan Mou gaan dou'nun yıllar sonra Hollywood versiyonu çıkıyor ve en iyi film dalında ödülü alıyor, nasıl bir mantık bu? Benzer bir sürü nedenden ötürü benim Akademi ödüllerine saygım olmamıştır hiç bir zaman. Sürekli aynı konuları tekrar eden ve seyirci üzerinde kalıcı bir etki bırakamayan günümüz Amerikan Sineması da beni artık hiç mi hiç heyecanlandırmıyor.

Bir filmi başyapıt yapan akıldan çıkmamasıdır diye düşünmüşümdür her zaman. Belki de bu nedenle benim için senenin en iyi filmi Antichrist'dır. Popüler kültürün imdb'sinde sadece 6.8 alan bir film. Lars von Trier'in Antichrist sonrası dediği üzere, "Dünyanın en iyi yönetmeniyim ve dünyanın en iyi filmini çektim". Kısmen katılıyorum... 2009'un en özgün filmi, gerek çekim tekniği gerekse ters köşeye yatıran bakış açısı ile District 9'dur benim için. Özellikle adı sanı duyulmamış Sharlto Copley'in başroldeki performansı inanılmazdı. Lafı nereye getireceğim, aslında izlemediğimiz ve/veya izleyemediğimiz o kadar çok film var ki, insan bazen kendisine zorla çöp izlettirildiğini düşünüyor. Un Prophete'yi !f'deki galasında izledim, biraz fazla uzun olması dikkatin dağılmasına neden olsa da ana karakterin kişisel çelişkileri, bazen şansa bazen şahsa dayalı stratejileri, hafiften Guy Ritchie tarzını yakalayan çoklu çıkar ilişkileri ve ırksal/dinsel göndermeler ile güzel bir filmdi. Geçen hafta ise bu yazının da konusunu oluşturan El secreto de sus ojos'u izledim. Film bittikten sonra dostlarımla hep bir ağızdan şunu dedik, "Yönetmen bize tecavüz etti!"

El secrete de sus ojos'un hakkında tek bir bilgimiz bile yoktu. Yönetmen Juan José Campanella ise adını pek duymadığımız, genelde TV yönetmeni olan bir şahıs idi sadece. Şimdi ise şunu düşünüyorum, gayet sıradan polisiye bir konu, sade bir işleyiş ile nasıl bu kadar ağır mesajlar verebilir? Yine aynı sade işleyiş ile bir erkeğin tutkusunun hayatını yönlendirişi, nasıl bu kadar görkemli anlatılır? Ana öykü olan suç ve cezaya, tutkuları, tutkuların içine dostluğu, aşkı, adaletsizliği, şahsi hırsları ve bir Arjantin filminde olmazsa olmaz futbolu mükemmel bir şekilde nasıl ekleyebilirsiniz? Aslında anlatacak çok şey var, filmden alacağınız zevki etkilememek için anlatmıyorum. Cinsellik, alkolizm, şiddet, suçu aydınlatma öğeleri, karanlık atmosfer ile birleşince seleflerine selam veren muhteşem bir film noir çıkmış ortaya.


Son olarak; yaklaşık beş dakikalık meşhur tek plan sahneyi prodüktör dostum Ercan ile defalarca izledik, ayakta alkışladık. Filmi izledikten sonra ilgili sahneyi ve nasıl çekildiğini de aşağıdaki videolardan izleyebilirsiniz.




* Şu telif hakları muhabbeti ile ilgili ayrı bir yazı yazmak gerekli. İlgili 5 dk'lik sahne Youtube'dan siliniyor, bu nedenle DailyMotion'daki videoyu paylaşıyorum...




El Secreto de Sus Ojos filmi stadyum sahnesi




Hiç yorum yok: