5 Nisan 2011

Nisan

Nisan ayı, 1 Nisan dolayısı ile hızlı başlayan bir aydır, içerisinde şakalar ve komiklikler barındırır. 1 Nisan sabahına her zaman olduğu gibi, gözü kapalı yatağımdan kalkıp kıçımı kaşıyarak banyoya doğru yürümeyle başladım. Banyonun ışığına bastım yanmadı, musluğu çevirdim su akmadı. İstanbul'un orta yerinde elektrik yoktu, binalar genelde eski olduğundan ve su pompası ile çalıştığından su da yoktu. Her sabah aldığım duşumu almayı bırak, yüzümü dahi yıkayamadım, son sifon hakkımı göz yaşları ile harcadım. Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş.'i (kısaca BEDAŞ) aradım açan olmadı. 186 Alo Elektrik'i aradım cep telefonumdam hırlama gürleme amaçlı. Telefona çıkan şaşırtıcı derecede kibar operatör cep telefonundan aradığım için Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin (AYEDAŞ) düştüğünü, eğer ev telefonundan ararsam BEDAŞ'a ulaşabileceğimi söyledi. Beyefendi dedim, "Elektrik olmayınca ev telefonu da çalışmıyor, arayamıyorum ki?!". Birlikte gülmeye başladık, al sana şakalar ve komiklikler dolu bir 1 Nisan. Saçlarım rezil bir biçimde, kendimi alabildiğine pis hissederek otoparka doğru yürüdüm, e otoparkın kapısı da elektrikli anasını satayım, taksi ile gideceğiz işe buyur burdan yak. Özet geçersem, yıl 2011, yer İstanbul'un orta yeri Beşiktaş ilçesi, hafta içi bir iş günü, saat sabahın 8'inden 10'una kadar elektrik kesilen yerler Arnavutköy, Etiler, Bebek, Levent, 4. Levent. Maaşımın yarısı vergi, yetmiyor üzerine fahiş fiyattan satın da alıyorum elektriği, ancak tüm bunlar bana elektrik olarak dönmüyor, dönemiyor. Yazık üç nokta.

Bugün İstanbul Amerikan Konsolosluğu'ndaydım. Bilmeyenler için konsolosluk hemen sağda görüleceği üzere, İstanbul'un İstinye semtinde yer alan, ortaçağ kalesi benzeri bir kartal yuvası. Topla, tankla bile zor yıkılacağını tahmin ettiğim sıra sıra yüksek duvarlara, içeriye Amerikalı'dan habersiz bir böceğin bile giremeyeceği güvenlik önlemlerine sahip bir yer. Neyse efendim sabahın köründe gittik, etrafında doğru düzgün bir şey olmadığından nereye park edeceğiz arabayı diye bakınıyorum. Resimde görüleceği üzere konsolosluğun solundaki varoş semte park ederiz diye düşünüyorum. Neden sonra konsolosluk kapısına yakın bir yer buldum ve arabayı park ettim. Yalnız biraz uyuz oldum, "Çok yakın değil mi lan, aman siktir et bir sürü araba var, bizimkini mi çekecekler?" şeklinde yurdum düşünce sistemini benimsedim. Erken gelmemden mütevellit, pek sıra beklemeden çeşitli güvenlik kontrolleri, asansör (kaç kat çıktığınızı bilemiyorsunuz enteresan bir ayrıntı) ve kolidorlar ile 15-20 dakika içersinden vize bölümüne geldim. Ortam sıkıntılı ve bir tuhaf dostlar, güvenlik had saffada olduğundan bir geriliyorsunuz. Sıra numaramı aldım ve beklemeye başladım, önümde pek fazla kişi olmadığından kısa bir süre sonra sıranın bana gelmesi için önümde sadece 1 kişi kalmıştı. O sırada ruhani bir etki ile kulağım güvenliğin telsizine takıldı, "Şüpheli araç bursa adana bursa 71, ***boğuk ses ile bir şeyler daha***"". Yerimden zıpkın gibi fırlayarak güvenliğe koştum.

- Pardon biraz önceki anons benim aracımın plakası idi galiba.
* Ne senin aracının plakası? Ha evet o, koş sen koş arabayı çekiyorlar.
- E sıra gidecek.
* Boşver sırayı, tekrar dönersin, koş arabayı kurtar, eğer çekerlerse Silivri'ye çekerler, gidip alamazsın vallahi.

diyaloğu sonlanır sonlanmaz koşmaya başladım. ABD Konsolosluğu'nun uzun kolidorlarında, asansörlerinde ve güvenlik noktalarında "koşan adam"'dım. Koşarken bir yandan düşünüyordum, "Ulan şimdi bu adamların güvenlik merkezinde acil durum olmuştur, koşan bir deli var diye, "Who the fuck is he?! Zoom the camera." şeklinde konuşmalar geçmiştir, koymasınlar lan head-shot'ı?!". Neyse efendim, yeni bir dünya rekoru kırarak arabanın yanına ulaştım. Daha 30-40 dk önce etrafında bir sürü araba ile birlikte park edilmiş dururken, şimdi tek başına mağrur bir görüntüsü vardı. Arabayı "inşallah döndüğümüzde tek parça buluruz" düşüncesi ile varoşların daha da varoş kısımlarına park ederek, konsolosluğa döndüm. Artık tecrübeli olduğumdan çeşitli güvenlik noktalarından, asansörlerden ve kolidorlardan kendimden daha emin bir şekilde geçiyordum. Uzatmayayım vizeyi aldık ve pasaportu teslim edecekleri adresi bildirmek için UPS standına yöneldim. Bir akşam öncesinde Şuşu (aka http://bellatrixbegins.blogspot.com) Teşvikiye'deki yılların Poyracık Sokağı'nın isminin Prof. Dr. Müfide Küley olarak değiştirildiğini, ancak insanların buna bir türlü alışamadığından sokağın iki isminin bir arada kullanıldığını anlatıyordu. Müfide Küley Ablacığım toprağın bol olsun ama ismine dakikalarca güldüm, sinirim bozuldu. Her ne kadar saygın bir Cumhuriyet Figürü olsan da ismin sokak ismi olmaya uygun değil. Ne bileyim Gak Guk Hastanesi Müfide Küley Yeni Doğan Klinik'i olsa sesimi çıkarmayacağım da sokak ismi olmamış. Lafı nereye getireceğim, UPS standında sıramın gelmesini bekliyorum. Hemen önümdeki orta yaşlı abla adresini veriyor; "Poyracık Sokak, yalnız şimdi bir de Müfide Küley Sokak diye geçiyor, ikisi birden kullanılıyor, gak, guk". Beni bir gülme krizi aldı hatta öyle ki etraftan garip garip bakanlar oldu, olayları kameradan izleyen güvenlik merkezindeki elemanlar eminim "Who the fuck is he? What the hell are you laughing?" diyorlardı. Bir insanın hayatı boyunca duymadığı bir ismi, iki gün üst üste, birbirinden tamamen alakasız iki kişiden, birbirinden tamamen alakasız iki ortamda duyması cidden tuhaf bir tesadüf. Bu arada ABD İstanbul Konsolosluğu çalışanları bayağı sıcak ve samimi insanlar, daha önce hiç bir konsoloslukta bu kadar iyi niyetli vize memurları görmemiştim. Konsolosluğun sıkıntısı aşırı derecedeki güvenlik önlemleri ve kendini CIA, Bordo Bereli, Özel Tim vs. sanan güvenlik elemanları ki bunun nedeni de hepsinin Türk olması.

Bu aralar kendimi geliştirmeye daha fazla vakit ayıracağımdan, sosyal medya ve blog'da pek yazamıyorum. Ancak ara ara kafama göre takılmaya devam edeceğim.

Hiç yorum yok: