Benim bir karga hikayem vardı değil mi? Sene 2008, mezuniyete sayılı günler kalmış, sıkıntılı bir bahar günü. Hava parçalı bulutlu, güneş yerini her an yağmura bırakabilir gibi görünüyor ama yağmur yağmayacak, tek olayı bu havanın sıkıntı vermesi. Hangi dersin bilmem ama bir dersin notlarını çektirmek üzere, Barbaros Bulvarı'nı tıngır mıngır, hoplaya zıplaya inmişim. Beşiktaş bildiğiniz gibi nereye baksanız genç, gözlerinden ışık saçan gençlik, kırmızı ışıkta bekleyen bir ordunun neferleriydi onlar! Gözün alabildiği her yere park etmiş sarı taksiler, İstanbul'un gerçek hakimi dolmuş şöförleri. Bu arada taksi ve dolmuş şöförlüğünün de bir kafası var, bir kafası var, onu sonra konuşuruz ehe. Hani her üniversite civarında öbeklenmiş bir fotokopi endüstrisi olur ya, bacasız sanayi, ve bazılarında her dersin notu olur... İşte onlardan birine girdim, her zaman olduğu gibi "ulan şu fotokopiye ne para harcadık be amk" dedim, notlarımı aldım çıktım. O sırada önce burnum sonra gözüm yanı başımdaki Simit Saray'ında fırından yeni çıkmış simitleri farketti. Fotokopiciden aldığımız bozukluklar ile 2 simit parası denkleştirip, el yakan nimete kavuştuk. (Ali'nin 100 lirası var. Ali 100 lirasının 3/5'ini fotokopiciye veriyor. Ali daha sonra kalan parasının 2/3'ile simit alıyor...) Barbaros Bulvarı dediğin yer dünyanın inmesi en keyifli, çıkması en zor yokuşudur, zaten bence adı Barbaros Bulvarı değil de Barbaros yokuşu olmalıydı, eğer bir günü bir gün Barbaros Abi'ye küfretmediysek de kendisine olan sonsuz saygımızdandır, kendisi Akdeniz'in en büyük korsanı, Osmanlı Kaptan-ı Derya'sı Barbaros Hayrettin Paşa'dır! Suç Barbaros Abi'nin değil, onun ismini bu yokuşa verenlerindir. Neyse çıkıyoruz yokuşu simitleri de yiyemedik, çok sıcak. Bir yandan da elimizde çirkin çirkin fotokopi notlar. Sonra bir anda sanki kapkaça uğramış gibi üzerime ani bir saldırı geldi. Simitler elimden yere düştü, bok oldu, notlar desen yere düştü, bok oldu. Kafamı kaldırdım, karşımda bir karakarga, ağzında bizim simidin yarısı, löpür löpür götürüyor, simit sıcak diye o da temkinli ama. İster istemez ağzımdan "orospu çocuğu" kelimesi çıktı, O ise hiç aldırış etmeden simidi yemeye devam etti. Bilemiyorum bu kargalar biliyorsun 500 sene yaşıyor derler (Abart abart 1000 sene yaşıyor derler, 2000, 3000, bugüne kadar yaşayan en uzun ömürlü canlı!), belki de yıllar önce yollarımız bir yerde kesişmişti, yılların rövanşı o gün alınmıştı, belki de yıllar sonra bir gün ben intikam alacağım. Kusura bakma karakarga dostum ama biz seninle artık ölene kadar düşmanız. (Son cümlenin bir benzeri için bakınız Klişe Hikayeler, sırtında akrep taşıyan kurbağa, akrebin onu sokması vs. vs.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder