16 Kasım 2012

Uçurtmam Tellere Takıldı

İlkokulda zaman çürüttüğümüz 1990'lı yıllardayız. Bir nevi karanlık çağ her zaman derim. O zamanlar Amiga elimizin altında, eve koşar koşmaz başta Super Frog olmak üzere çocukluk eğlenceleri kastığımız vakitler... Ha hala aynı çocuğuz ya orası ayrı.

Bir gün günlerden Cuma, mevsimlerden kış, 7-11 yaş arası onlarca tanışla İstiklal Marşı kuyruklarındayız. Haftanın kapanışını yapacağız anlı-şanlı al bayrağımızın önünde. Ama işte o yerinde duramayan kurnaz velet yok mu, şeytan dürtmez mi o küçük veleti? Dürter tabi. Velet bilir ki, tören demek, tıklım tıklım otobüslerle eve en az yarım saat geç gitmek demek, oysa evde bizi bekleyenler var. Velhasıl kurnaz velet düşünür, ne yapıyoruz hacı burada, ben şimdi kimseye görünmeden kaçsam, bir an önce eve gitsem bizim kurbağa ile maceradan maceraya koşsam, ne olur ki?
- bizim kurbağa bu işte, bir daha gelmedi onun gibisi, mario filan anca taşaklarını öper bu abimizin ehe -

Cumartesi-Pazar ve akabinde Pazartesi sabahı, Cuma akşamı "keh keh keh, hi hih hi" diyerekten, ayağımızda gümüş hal hal seke seke belki de götün götün kaçtığımız tören alanına geri döndük. Bismissss demeden, sınıf örtmeninin, nerdeydin sen Cuma günü törende bık bık bık, gak guk gak diye azarları ve hafif darpı ile karşılaştık. Soracakmış bize törenden sonra, müdür muavini Zıttırbık Bey'e gidecekmişiz, birlikte, seni serseri seni imişiz. Törende andımız üzerine İstiklal Marşı kombosu yaptık, e fatality yapınca tabi Ryu, Ken, Dhalsım, Chun-Li, Blanca, Honda ve daha nice unutulmaz karakterin yanına yeni bir karakter daha açıldı Zıttırıbık Bey.
- andımız üzerine istiklal marşı yaparsan, zıttırbık abi karakteri de ekleniyor bunların arasına ehe -
Gittik Zıttırıbık Bey'in yanına sınıf örtmenimiz ile, nasıl kaçarmışız, nasıl törene katılmazmışız, vatansızmıymışız, hainmiymişiz, neymişiz lan biz alt tarafı bir kurbağa zıplatmaya gitmiştik oysa. Zıttırıbık örtmeni, örtmen Zıttırıbık'ı fişnekler, kolumdan sürüklene sürüklene Müdür Bey'e gideriz. Korku, korku. Ha tabi ülkede mevki yükseldikçe zekanın düştüğünü çok sonraları öğreneceğiz. Müdür Bey atarlı, Müdür Bey telaşlı, Müdür Bey sinirli, hadi her şeyi geçtim Müdür Bey hede hödö diye gaza gelince ağzından tükürükler çıkaran bir adam. Korku damarlarda gezse de o kurnaz veledin içindeki "ulan iyi oldu aslında ilk dersi de ektik keh keh keh, hih hih hih" arsızlığını mı gördüler bilinmez, anasını babasını çağıralım bunun dediler. Aptallık biz de tabi, olayın vehametini anlayamadığımızdan ağlamayı unuttuk, oysa çocuk dediğin ağlamalı, zırlamalı, üzülmeli ve mutsuz olmalı ki yaptığının yanlış olduğunu anlasın, değil mi?

Peder Bey işinden, Valide Hanım dükkanından geldiler okula, ulan bari Peder'i çağırsaydın sadece, dükkan boş kaldı amk ehe neyse. Müdür Bey'in kapısında bekliyoruz, Zıttırıbık Bey ile örtmenim de hazır, okulun tüm yönetim kaynakları benim için seferber olmuştu. Peder Bey'in suratında noluyor lan amk bakışı, Valide Hanım'da telaş... Biz dışarıda bekledik içerideki konuşmayı. İçerideki konuşmanın aslında benimle pek ilgisi yokmuş, ailemin okumuş, kültürlü, hedeli hödölü olduğunu görünce muhabbet çok uzamamış, ruhun şad olsun Nasrettin Hoca. Zira akıllardaki "Kürt mü bu, ailesi mi Kürt? Bölücü mü bunlar, ondan mı kaçıyor bu çocuk törenden" sorusu cevaplanmış olmuş.

Peder Bey tuhaf da olsa aydın adamdır. Bana o gün dediği tek şey ve daha çok uzun yıllar boyu benzer okul ziyaretlerinde (ehe) diyeceği tek şey şu oldu, "Ah be oğlum, şu üç kuruşluk adamlar ile muhattap ediyorsun ya beni, ne diyeyim sana alacağın olsun". Dedim ya Peder Bey aydın adamdır ama biraz tuhaftır diye, çok siyaset konuşmaz, bazen üzerine gidersen iyi laf yapar, ama o gün kalkıp da ne olduğunu, neden olduğunu bize anlatmamıştır. Üç tane darbe görmüş, iki gün önce muhabbet ettiği üniversite arkadaşlarının sokaklarda cesetleri ile karşılaşmış bir adamı bir şey anlatmadığı için suçlayamam. Ama artık küçük velet için törenden kaçmak, vatan hainliği, serserilik ve Kürt olmaktır, daha kötüsü Peder Bey'i işinden gücünden getirip üç kuruşluk adamlarla muhattap etmektir ehe.

O zaman anlayamıyorsun tabi, yazının başında karanlık çağdayız dedik zaten değil mi, dedik dedik. İşte o karanlık çağ da aslında her an anlatıldı o velete, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü, öcü Kürt kavramı, biz istedik mi sike sike o tören alanında olacağımız. Kürtçeden bahsedilmedi tabi Kürtçe diye bir dil olmadığı için ehehe.
- haydi eller havaya, karanlık çağ için geliyor -

Geçen sene bu aralar, bu minvalde yetişen bir başka velet dostum, yönetmen dostum Ercan ile oturduk. İhtiyar yatmış, yeni entel imajı ile Burhan Dayı "naaptın" deyip içeri gitmiş, ben de Erdinç dostuma "Kalk yer(in)e yat" demiştim. Uzun süre sonra dönmüşüz memlekete, Jamaika'dan yöresel lezzetler duruyor masanın üzerinde. Ercan dostum her zaman olduğu üzere büyük bir şefkat ve aşkla kendi elleri ile hazırlamış. Kaynanam seviyormuş be! Vatana dair özlemden midir bilinmez, vatan özlemine dair konuştuk, vatan özlemi ile ölenlere dair konuştuk. O gün laf lafı açtı, döndü dolaştı 1999 yılının 11 Şubat akşamına geldi. Klasik tabiri ile bu toprakların yetiştirdiği en büyük sanatçılardan, üstelik en büyük halk sanatçılarından birinin nasıl sürgün edildiğini, nasıl vatan haini ilan edildiğini ve ne yazık ki bizim de buna nasıl inandığımızdan, nasıl kandığımızdan konuştuk. Ama Ercan Dostum dedim, daha karanlık çağlardaydık, ne olduğunu anlamadığımız günlerdeydik, istemeden oldu... Bugün öyle değiliz! dedim... Neden sonra kendini affetmiyor musun abi dedim, affetmiyorum be abi dedi. 

Bugün 16 Kasım 2012, bundan tam 12 sene önce bu ülkede bir halk sanatçısı kendi dilinde şarkı söylemek istediğini için sürgün edildi, yalnızlığa mahkum edildi, ölüme terk edildi. Tüm bunlar sistematik bir biçimde devlet eliyle yapıldı, yaptırıldı. Biz de haa öyledir dedik... O nedenle ben de bilemedim kendimi affetsem mi etmesem mi... 

Hiç yorum yok: